YAVUZ KAYA                                                              ykaya@yanki.com.trYAVUZ KAYA ykaya@yanki.com.tr


İKTİSAT SİYASETİ

Borç denince, orta yaşın üstündekiler tebessümle hatırlayacaklardır; siyasetin duayeni, sözün üstadı Sn. Demirel’in “borç yiğidin kamçısıdır” veciz ifadesi, yıllarımızın önemli bölümünde bizimle beraber canlılığını daima korudu. Borç canavarına karşı bakış açımız hep olumlu olarak gelişti, yeşerdi ve artık tebessümle karşılayamayacağımız seviyelere ulaştı. Borçlanma temelleri üzerine inşa ettiğimiz iktisat siyasetimizin, bizleri hangi dünya gerçeklerine taşıdığını maalesef çok acı şekilde görmekteyiz.

Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk’ün, “karma ekonomi düzeni” olarak bildiğimiz, ancak bu kavramdan daha büyük olan iktisadi düşünceleri, benimsediği iktisadi prensipler, çağdaş kalkınma politikası ve stratejilerine yön vermiş, ayrıca gelişmekte olan ülkelerin örnek alabileceği önemli bir ekonomik model oluşturmuştur.

Atatürk’ün henüz İstiklal Savaşımızın tozu toprağı ortadan kalkmadan söylemiş olduğu “...askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa, kazanılacak zaferler yaşayamaz, kısa zamanda söner” sözü ekonomiye ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Bu söz; bazı önemli siyasetçilerimizin bugüne kadar halkımıza aşılamaya çalıştığı düşüncelerle yan yana getirildiğinde, birbirine ne kadar tezat olduğunu gösterecektir. Bir tarafta borca karşı olan ve ‘ayağını yorganına göre uzatmayı’ öngören milli kalkınma siyaseti, diğer tarafta ise ‘borcu’ sıcak duygularla teşvik eden yakın tarihimizin siyaset uygulamaları…

Atatürk’ün ölümünden sonra maalesef, bu sistemin gerekleri istenilen düzeyde yerine getirilmemiştir. Ülkemizin, Atatürk’ün öngördüğü ‘muasır medeniyet’ seviyesine ulaşamamış olması da bunun en açık göstergesidir.

Ülkemizin karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntıların hep bu ilkelerin göz ardı edilmesi sonucunda meydana geldiği bir gerçektir.

Öte yandan, globalleşen dünya ekseninde serbest ticaret ideolojisinin dünya ekonomisine egemen olması, gelişmekte olan ülkelerin ve bu arada Türkiye’nin de kalkınma sorununu giderek daha önemli kılmıştır. Dolayısıyla; hükümetlerin Atatürk’ün iktisat siyasetinin temel prensiplerden taviz vermemesi, küresel ekonomiyle bütünleşme sürecindeki Türkiye’yi daha etkin kılacaktır.

Atatürk, sürdürülebilir bir kalkınma için ekonomik istikrara ne derecede önem verdiğini, politika ve uygulamalarıyla göstermiştir. Atatürk döneminde dış ticaret açığı olmadan, enflasyona başvurulmadan, dengeli ve istikrarlı bir kalkınma sağlanmıştır. Atatürk, para sıkıntısına bir çözüm yolu olarak emisyona başvurulması önerilerine her defasında karşı çıkmıştır

Atatürk’ün Devletçilik politikası, yalnız iktisat politikası ile ilgili bir kazanım değildir. Devletçilik politikası, aynı zamanda, tam bağımsızlık ilkesidir. Atatürk, siyasi bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla sürdürülebileceğini söyleyerek, gelecekteki yöneticileri uyarmıştır. Ancak daha sonra gelen kadrolar bir kalkınma modeli olan Devletçilik İlkesini devam ettirememişler ve yanlış kalkınma stratejileri izleyerek ekonomimizi dışa bağımlı bir hale getirmişlerdir. Atatürk döneminde devlet, kalkınmanın adeta motoru işlevini görmüştür. 1923-1938 arasında geçen on beş yıl boyunca fiyat istikrarı bozulmadan ve bütçe açıklarına gidilmeden çok büyük işler başarılmıştır. Burada önemli olan nokta şudur: Bir kalkınma hamlesine girişilirken ne yapılacağının hesaplanıp, yatırımların nasıl finanse edileceğinin planlanarak rasyonel bir şekilde hareket edilmesi gereklidir. Dış borçla, karşılıksız para basılarak, enflasyonist politikalarla girişilen kalkınma hamleleri, tıkanmaya mahkumdur. Atatürk bunların hiçbirine tenezzül etmemiş, gerçekleştirilen tüm ekonomik başarılar ve yapılan yatırımlar, o dönemin kendi gelirleriyle, ülkenin geleceği heba edilmeden elde edilmiştir.

Bugün yaşadığımız süreçte ekonomik bağımsızlık-siyasi bağımsızlık arasındaki ilişkinin ne derece önemli olduğunu daha iyi görmekteyiz.

1980’den günümüze gelinceye kadar, 1.2 trilyon dolar iç ve dış borç elde ettik. Aynı dönem içerisinde sadece borç faizi olarak 400 milyar dolar ödeme yaptık. 2001 krizinden sonra bir türlü düşüremediğimiz cari açık ise hızla artarak, son üç yılda toplam 50 milyar dolar seviyelerine geldi.

Eğer biz cari işlemler açığını finanse etme yerine, cari açığı kaldırmaya yönelik politikalar üretebilseydik, finanse etme diye bir derdimiz olmayacaktı. Cari açığı kapatmak, olması gereken bir mecburiyettir. Finanse etmeye yönelmek ise ulusal çıkarlarımız açısından bir tehdittir. Cari açığı finanse edebilmek için, IMF’nin, AB’nin ve ABD’nin her talebine karşı nasıl kıvrandığımız ortada değil midir?

Çünkü paralarına ihtiyacımız vardır. Peki, bu durumda borç alan ne yapar ?

Kanuni Sultan Süleyman’a, veziri, “Ruslar borç para istiyorlar ne yapalım?” diye arz edince, “Hemen verin!” der. Vezir, tereddüt edince, “Ver ver!.. Bugün borç alan yarın emir alır” der. Ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığın ilk şartı olduğunu, bu tarihi örnek çok iyi anlatır

Biz istemesek de, tedbir almadığımız sürece iktisadi bağımlılığımız artıyor ve bu bağımlılık bizi; sosyal, siyasi, stratejik, kültürel, hatta dini açıdan bile borç aldıklarımızın önüne ‘kurt’a teslim edilen kuzu’ misali itiyor.

O halde şunu iyi bilmeliyiz ki, milli egemenliğin en temel şartı iktisadi bağımsızlıktır.

Son zamanlarla ekonomistlerimizden en çok duyduğumuz önemli bir ifade, ‘borcun sürdürülebilir olması’dır. Borcun borçla sürmesi nereye ve ne kadar doğrudur?

IMF, her zaman Türkiye’ye borç vermeye hazırdır. Çünkü uluslararası tefecilerin paralarını pazarlayan bu kuruluş, borç verdiği ülkelerden küçük (!) yapısal ve finansal değişiklikler isteme hakkını kendinde bulur. Parayı o vermiştir ve bu paranın akıbetini kontrol de kendi işidir. Borçlandığınız parayı gerekli gördüğünüz şekilde kullanma hakkınız yoktur. Zira bu parayla üretim yapmaya kalkarsanız; IMF’nin çarkına çomak sokmuş olursunuz.

Hülasa; “Türkiye, mutlaka kendi kalkınma modelini kendisi geliştirmelidir. Türkiye kendi yağıyla kavrulmayı öğrenmelidir. 2. Dünya Savaşı’nın iki mağlup ülkesi Japonya ve Almanya’yı model almalı ve Kanuni Sultan Süleyman’ın “Borç alan emir alır” sözünü de katiyen unutmamalıdır.

Gelecekte; ‘borç’ verebileceğimiz günleri görebilmek ümidiyle, esenlikler…



07.12.2005

Parlametre
Serbest Kürsü

Anket

Türkiye'nin Dış Politikasını Olumlu Seyirde Güçlendirecek Ana Unsur Nedir ?
Yankı Dostluk Platformu
  • Facebook'ta Yankı Dergisi
  • Twitter'da Yankı Dergisi
  • Youtube'ta Yankı Dergisi